sponsorlu reklam Admatic -sponsor

MEHMET BEHÇET YAZAR FİKRİ VE EDEBİ YÖNÜ KİŞİLİĞİ HAYATI ESERLERİ SANATI

MEHMET BEHÇET YAZAR FİKRİ VE EDEBİ YÖNÜ KİŞİLİĞİ HAYATI ESERLERİ SANATI, MEHMET BEHÇET YAZAR EDEBİ KİŞİLİĞİ, MEHMET BEHÇET YAZAR HAYATI ESERLERİ EDEBİ KİŞİLİĞİ, ŞAİR VE YAZAR, MEHMET BEHÇET YAZAR (1890- 1980)

Mehmet Behçet Yazar 1890 yılında Halep’te dünyaya gelir. Öğrenim hayatına Halep’te başlayan Behçet Yazar, Halep İdadisi’nde 4 yıl öğrenim gördükten sonra babasının İstinaf Mahkemesi başkâtibi olması sebebiyle 1903 yılında Selanik’e gelir.
Selanik İdadisi’nde 3 yıl daha öğrenim görerek bu okuldan pekiyi (aliyyülâlâ) derece ile mezun olur. Selanik İdadisi’nde okurken pek çok edebiyatçı ile tanışma fırsatı yakala-ması, onun daha önce de edebiyata karşı var olan ilgisini büsbütün artır-mıştır. Behçet Yazar, Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra edebiyat öğretmeni olmak için sınava girmiş ve bu sınavı geçerek edebiyat öğretmeni olmuştur. Çeşitli okullarda edebiyat öğretmenliği ve müdürlük yapan Behçet Yazar, 1929 yılında İstanbul’a dönmüş önce Kabataş Erkek Lisesi, ardından Haydar Paşa Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Buradaki görevinden gözlerindeki rahatsızlık yüzünden 1952’de emekliye ayrılmak zorunda kalmış ve 1980’de Fecri Âti’nin son temsilcisi olarak İstanbul’da ölmüştür.
Edebi Kişiliği
Mehmet Behçet Yazar 1908'den sonra oluşmaya başlayan Fecr-i Âti topluluğunun gerek şiir gerekse düzyazı alanındaki bütün özelliklerini benimsemiş, duyuş, hayal ve ifade tarzlarında ve konulardaki kişisellik bakımndan da Fecr-i Âtî estetiğine uymuştur. Şiirlerinin en önemli özelliği samimiyeti ve bundan kayanklanan lirizmdir. dile ve nazım tekniğine kuvvetle hakim olan şair, son şiirlerinde dilde sadeleşme kaidelerine uyar. 
Eserleri: Erganun, Beyrut Vilayeti, Buhurdan, Kastamonu Âsâr-ı Kadimesi, Genç Şairlerimiz ve Eserleri, Genç Romancılarımız ve Eserleri, Yumak, Edebiyatçılarımız ve Türk Edebiyatı. Ayrıca çocuklara yönelik tercüme ve adapte eserleri de şunlardır: Orhan’ın Deniz Eğlence-leri, Orhan İle Gümüş, Orhan’ın Hayvanlar Bahçesi, Orhan’ın Teyyâreciliği

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
BİR RU’YA

Bir leyl-l mükevkeb;
Bir sâha-yı envâr;
Bir gaşy-ı semen-leb
   Olmuştu bedîdâr.

Leb-rîz-i nezâhet
      Titrerdi semâda
Envvâr ile mûmted
     Bir hâle-i sevdâ.


Amâlime benzer,
Bir vecd ile gûyâ
    Ufkumda denizler
        Sâkindi ser-â-pâ.

Bir tâze gelindi
     Karşımdaki meh-tâb;
             Rûhumda uyandı
Bir hande l bî-tâb;

Fikrimde perîşân
     Bir hiizn-i hayâlî;
            Sahrâ bile sekrân
 Bir nûr ile mâlî,
Meh-tâb-ı semenden
     Mahfî ve münevver
             Bir el çiziyorken
Bir levha-yı pür-fer:

Âh aldanamam ben,
                  Ey sevgili rûhum!
Sensiz, yine medfen
        Hep âlemi buldum;

Amâlime mağmûm
               Bir perde serildi;
                                   Gûyâ kl o mevhûm
                                            Bir tozlu kefendi.

NİSYAN
Yine bir leyle-i mâtemdi, mükedder, muğber
Yine bî-vâye dudaklar kurumuş.
Sesler,
Sanki ufkumda koşan, gizli kanadlarla uçan
O beyaz tüllü periler ölmüş;
Odamın,
Odamın âh o benim,
O benim medfen-i ahzânım olan gizli yerin
 Büyüyen gamlı sükûnunda yüzer
Pür zer
İnce bir şu’le-i ümmîd ü tesellî - pür rûh,
Sarı bir göz
İbtisâmât-ı nihânîsini saklar mahmûm
Bir mum;
Ebediyyen
Sanki bir haste-i hicrânım ben,
Sanki meh-tâb-ı muhabbette boğulmuş bir tayf
Gibiyim;
Şimdi ru’yâ-yı muhabbetle silinmiş gibiyim;
 Güzelim gel
Bu derin leyl-i tahassürde berâber kalalım.
Ne olur?
O beyaz sîne-i nermînle açılsın nâ-gâh
 Bütün âmâlimin üstünde müzehheb, mahmûr
Yeni bir hâle-i nûr
Ne olur?
Gel benim mülhime-î şi’rim gel,
Biz bu şeb
Heyecânât-ı garâm
İle mestûr olalım, ağlayalım; iki. üç sâniye sonra
 Gülelim,
Ve senin handelerin
Dem-be-dem gamlarımın ruhunu hep okşayarak,
Bir beyaz ninni temâsıyle sarılsın ve uyutsun
 Güzelim
Ağlaşırken ve gülerken yine biz leb-ber-leb,
 Mütefekkir, lerzân
 Ne olur?
Bu fenâ âlemin üstünde bu şeb
Kuralım bir ebedî lâne-i nisyân ü nihân,
Bu uzun leyle-i hicranı unutsak rûhum.
Ne olur âh?
Eyvâh…  
          (Erganûn)
YUMAK
Bir gün.
Sarı, parlak bir ışık,
Sırma saçlar gibi bir aydınlık,
 Erimiş altına benzer bir alev,
Yandı dünyâmızda..

içimiz sanki bizim bir dünyâ..

Tel tel olmuş süzülen âteşten,
Biz o gün,
O gün aldıktı avuçlar dolusu,
Başladık sarmaya dünyâmızda!..

Kimseler görmeyerek,
Sarışın telleri sardık, sardık..
Bir yumak oldu bu altın, bu ışık,
Bu alev..

Bir ılık, tatlı harâretle avuç-
larımız yandı ve parmaklarımız
Yandı.
Süzülen telleri sardık, sardık..

Alnımız döndü o gün
Bir sıcak yaz gününe.
O gün yanaklarımız

Bir kızıl gül... ve dudak-
larımız açtı kızıl bir lâle...
O alev telleri sardık sardık..
Bir yumak oldu bu altın, bu ışık
Bu alev..

Biz bu altın yumağı,
Kendi dünyâmızda.
Kimseler görmeyerek,
Başladık elden ele
Atarak oynamaya..

Sararak ellerimiz,
Yanarak ellerimiz,
Tel tel olmuş o yanan sevgimizi
Bir yumak yaptık o gün,
Atarak elden ele,
Başladık oynamaya..

Geçti artık nice gün..

Bu oyun,
Bir ibâdet oluyor şimdi bize.
Ve o günden beridir sevgimizi
Ne güzel sarmadayız gönlümüze!..
                           (Yumak)

BORA
Kıyılar tirşe.. Uzaklar mosmor..
Bin köpük gâh açıyor, gâh soluyor...
Buğudan, sis ve dumandan bir gök..
Deli kurtlar gibi rüzgâr uluyor..

Mor bulutlar yığılıp ortalığa,
Dalgalar benzedi binlerce dağa..
Kuduran bir bora birçok gemiyi
Bin kırık tahta yapıp attı sığa..

Deli rüzgar, sağanaklar ve bora
Mor sular, tirşe sular oldu kara
Dalgalar şahlanarak savruluyor
Akıyor gök, dağ olan dalgalara

Karışıp gökle deniz, morla kara

Sevginin rüzgârı çılgındı biraz
Gönlümüzdeydi o akşam bu bora
                             (Yumak)

ÇOK YANDI BU GÖNLÜM

Birden bire n’oldu
Canlandı bu gönlüm
Âteş ile doldu
Çok yandı bu gönlüm
Çok yanmayı bildi
Her şüpheyi sildi
Nâ-dan da değildi
Hep kandı bu gönlüm

Hem kandı bu zevke
Hem cezbeye şevke
Âteş gibi aşka
Katlandı bu gönlüm

Aşk ateşi hoştu
Bin âfete koştu
Deryâ gibi çoştu
Çalkandı bu gönlüm

Cânânı uzakta
Göklerde şafakta
Yalnız olarak da
Var sandı bu gönlüm

Her lâle yanakta
Her lâ’l dudakta
Sünbülde ve zanbakta
Saklandı bu gönlüm

Cânânını andı
Bin âfete kandı
Cânını ne sandı
Aldandı bu gönlüm

Cânan ise bir cân
Bir cân ise cânân
Hep birdi bu sultân
Sultandı bu gönlüm

Duydukça bu vicdan
Yandıkça bu imân
Söyler, yazar insan
İnsandı bu gönlüm.
             (Yumak)
Kaynaklar:
Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, 

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski

sponsor reklamı

SPONSOR REKLAMI

derskonumesnk